TARİHİ REFERANDUM ANKETİ ve SEÇİM ANKETLERİ BURADA!!!!!!
  Büyük Birlik Partisi Evet Nedenleri
 
BÜYÜK BİRLİK PARTİSİ'NİN REFERANDUMDAKİ TAVRI BBP Genel Sekreter Yardımcısı Ahmet Türk'ün, BBP'nin referandumdaki tavrını anlatan ve Zaman Gazetesinde yayınlanan "Sınırsız Çatışmanın Sonsuz Ötelenmesi İçin: EVET" başlıklı yazısının TAM Metni Sınırsız Çatışmanın Sonsuz Ötelenmesi İçin: E V E T ! “Halkın Sesi Hakkın sesidir” (Vox populi, vox dei) Latin atasözü “Ekseru’n-nâs yanlış üzre ittifak etmez” Mecelle BBP’nin Referandumdaki Tavrı Darbe mahsulü Mevcut Anayasa’nın 9 Kasım 1982′de kabulünden beri, aradan geçen 28 yılda anayasa tartışmaları ve yeni bir anayasa çalışmaları Türkiye’nin gündeminde en fazla kalan konulardan biri oldu. Bu süreçte Anayasa’da bugüne kadar 16 kez değişiklik yapıldı. 1982 Anayasası’nın toplam 80 maddesi değiştirildi, eklenen 3 geçici maddeden 2′si daha sonra metinden çıkarıldı. Bunların dışında ilk kez 2007 Anayasanın sivil irade tarafından komple değiştirilmesi ile alakalı bir sürece girildi. Lakin bu süreç siyasi partilerin, sivil toplum kuruluşlarının ve üniversitelerin sürece yapıcı katkı sağlamalarına imkân verecek kadar uzun ve şeffaf olamadı. İçtenlikle saygı duyulan toplumsal bir uzlaşma belgesi ortaya konamadı. Ancak süreci sulandırarak rayından çıkartmaya veya zamana yayarak sonuçsuz bırakmaya çalışanları önleyecek kadar da sağlam bir iradenin ortaya konulduğu da söylenemez… 82 Anayasa’nın komple değiştirilmesi çalışmalarının yapıldığı, Ergun Özbudun ve ekibinin Eylül 2007’de hazırladığı Anayasa Taslak metninin kamuoyu ile paylaştığı dönemde merhum Liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu’nun direktifi ile o zaman Genel Sekreter olan bugün BBP Genel Başkanlığını yürüten Yalçın Topçu’nun başkanlığında “Nasıl Bir Anayasa” başlığı altında bir rapor hazırlamıştı. Raporda “önümüzdeki süreçte Anayasa’nın çok tartışılacağı şimdiden belli olmuştur. Mevcut Anayasa’nın ıslaha muhtaç bir anayasa olduğu açık ve nettir. Önemli olan yeni anayasa yapmak değil, sağlıklı bir anayasa yapabilmektir. Anayasalar eski oldukları için değil, hatalı oldukları için ülke ihtiyaçlarını karşılayamazlar” vurgusuyla birlikte bu ülkede anayasaların askeri vesayet altında millet egemenliğine ve Meclis iradesine karşı fazlasıyla kuşkulu bir zihniyetin ürünü olduğu vurgusunun altı çizilerek kamuoyu ile paylaşılmıştır. Maalesef Türkiye şartlarında anayasa değişikliği çalışmalarının suya sabuna dokunmadığı müddetçe önüne engel konulmamıştır. Bu ülkenin aslı sahipleri olduğunu iddia edenlerin üslubuna uyumlandırılmayan anayasa değişikliği girişimleri ve girişim sahipleri ise ‘tasfiye edilmekten’ veya ‘oyun dışına atılmaktan kurtulamaz’ tehdidi ile karşı karşıya kalmışlardır. 2007’de Anayasanın komple değiştirilmesi sürecinde, bu süreci hazırlayanların ve bu sürece destek verenlerin içine düştükleri zorlukları, suni gerginlikleri, komplo teorilerini, kapatma davalarını göz önünde bulundurursak bu tespitimiz daha da iyi anlaşılacaktır… Son 5 yıl içinde cuntacı eğilimlerin, çetelerin, Cumhuriyet mitinglerinin, 367 kepazeliğinin, 27 Nisan sanal muhtırasının, orada burada bulunan ve patlayan/patlamayan bombaların, artan/arttırılan terör olaylarının, Paramiliter ve kriminal bir örgütlenme yapısı ile bir cunta hazırlığının bağlantılarını araştırma ve mücadele sürecini başlatan Ümraniye davasının yarattığı travmaları ve hukuki tartışmaları, bu sınırsız mücadelenin ve korkunun bir tezahürüdür… Büyük Birlik Partisi tüm bu yaşanan tecrübe içinde bu ülkenin gerçek sahibi olduğunu iddia edenlerin ve manevra alanlarını anayasa ile genişletenlerin, ayrıcalıklı, dokunulmaz elitler iktidarının ve statüsünün önümüzdeki referandum öncesi kendilerini tehdit altında hissettiği gerçeğinin de farkındadır. Halk oylamasına giden bu anayasa değişikliği ile alakalı siyasi partilerle istişare turları kapsamında hükümet yetkilileri ile yaptığımız istişare toplantılarında; YÖK’ün mevcut yapısı, yani 130 ve 131. maddelerin anayasadan tamamen çıkarılması gerektiğini, Milli Güvenlik Kurulu’nun uluslararası standartlarla uyumlu hale getirilmesi gerektiğini, Üniversitelerde hiçbir ayrım gözetilmeksizin herkesin eğitim ve örgütlenme hakkına sahip olması temin edilmesi adına Anayasanın 10.Maddesi Yeniden düzenlenmesi gerektiğini, ‘Kürsü Dokunulmazlığı’ haricindeki bütün dokunulmazlıkların kaldırılması gerektiğini, darbelerin meşru! bahanesi 35.maddenin yeniden düzenlenmesi gerektiğini, emeklilere “toplu sözleşmeli” sendikal faaliyette bulunma hakkının anayasal teminata kavuşturulması gerektiğini ortaya koyan önerilerimizi oylanacak paket içinde göremedik. Bu paketin ‘eksik ve yetersiz’ olduğunu beyan ettik. Buna rağmen önümüzdeki referandumda oylanacak paketin kabulü sonrasında, sivilleşme konusunda yeni kapılar açılacağı ve bu eksik gördüğümüz önerilerin uyum yasaları ile yeniden düzenleneceği konusundaki ümitlerimizi de içimizde soldurmadık. Bu paketin eksikliği konusunda Hükümet kanadının verdiği taahhüdü yerine getireceği günlerin takipçisi olacağımızı da dillendirdik. Biz eksiği ve gediği ile 12 Eylül 2010’da yaşanacak bu tecrübenin daha sonraki iyi niyetli anayasa çalışmalarına sıçrama teşkil edeceğini düşünüyor, yapılacak bu referanduma iyi niyetli sivil bir anayasa gayreti olarak yaklaşıyoruz. Gelinen aşamada kısır tartışmaların ayyuka çıktığını, üzüm yemek yerine bağcının niyetleri üzerinde kuruntu ve şüpheler beslendiğini ve mühim olan bazı konuların göz ardı edildiğini görüyoruz. Aslında statükonun sık sık balans ayarı yapmakla yükümlendirdiği kurumlara çeki düzen verilmesi ile alakalı olan ve pakette yer alan değişiklikleri “sorunu çözmek” ve “uzlaşmayı sağlamak” adına önemsiyoruz. Bu haseple Büyük Birlik Partisi’nin referandum da oylanacak pakete EVET demesinin en önemli gerekçesi “sivil ve askeri yargı” ile alakalı yapılan düzenlemelerdir. Bugün Hayır diyenlerin hükümet üzerinden komplo teorileri bezediği argümanları da bu Yargı alanında yapılan düzenlemeler etrafında cereyan etmektedir. Halkoyuna sunulacak düzenlemeleri “Cumhuriyetimizin Temel Niteliklerine Aykırıdır” iddiası ile panik içine düşenler, şimdiden halk oylaması neticesini Anayasa Mahkemesi’ne götürüp götüremeyeceklerini tartışmaya bile başladılar… Malum, Türk Anayasa-Siyaset mimarisi iki iktidar motoru ile yapılandırılmıştır. Bunlar ‘sivil-askeri yüksek kamu bürokrasisi’ ve ‘yüksek yargı organları’ ile desteklenip cihazlandırılmış, “devlet iktidarı” ve meclis çoğunluğuna dayalı hükümet cihazıyla somutlaşan “siyasi parti İktidarı”dır. Türk siyasi sistemi de her siyasi sistem gibi toplum-devlet arasında bir takım güncellemeler yapmak için cihazlanmıştır. Devlet ancak kendi tecrübesi dâhilinde, kendi etkinlik alanının daralması ve bunun bir “gereklilik-akut bozukluk” halini almasıyla, 1982 anayasa mimarisiyle somutlaşarak önlem alma gereği duymuştur. Devlet iktidarı sahici siyasetin ihtiyaçlarına ve mahiyetine aykırı biçimde, anayasal ve pratik manada, başta siyasi partiler iktidarına karşı konumlanmak üzere “biçim” ve “güç sahibi” kılınmıştır. Büyük Birlik Partisi 12 Eylül İhtilali sonrası derin nitelikte ve güçlükle giderilen ihtiyaçlarına rağmen; ağır, ağdalı ve karmaşık yapıdaki bu kurumlaşmanın sorun ve kriz üreten neticelerine karşıdır. Bu noktada sivil siyaset/sivil toplum ile devlet ayrımını idealize eden Büyük Birlik Partisi’nin tavrı çok önemlidir… Büyük Birlik Partisi rahatsız edici olan bu düzenin, milletle olan bağından uzaklığını da göz önünde bulundurarak ve önümüzdeki Eylül ayında oylanacak değişiklik paketine EVET diyecektir… 1982 Anayasası yargıya siyasete müdahale etme yetkisi ile donatılmış, yargının siyaset alanına dönüşmesine yardımcı olmuştur. Anayasa Mahkemesine taşınan davalarda, hukuk teknikleri ile değil siyasi gerekçelerle karar verilmesi, Anayasa Mahkemesi’nin siyasi partileri kapatma yetkisine sahip olması bu iddialara temel olmuştur. Hukuk devleti ilkesinin tam olarak uygulandığı bir anayasal çerçevede, gereğinde “devletin âli menfaatlerine” rağmen etkin ve bağımsız bir şekilde birey hak ve özgürlüklerini en üstte tutan bir Anayasa Mahkemesi’nin işlevi, demokratik bir hukuk devleti standartlarının çok altında kalmıştır. Demokrasimizin geleceğini belirleyecek güçte olmasına rağmen alınan kararların tartışmalara ve münakaşalara açık olması, Türk Demokrasisinin sağlıklı gelişimini engellemekte, Türkiye’nin diğer demokratik devletler gözünde itibarını düşürmektedir. Yargı siyasal alana müdahale etme hakkını elinde bulundurdukça ‘kurucu’ işlevini yerine getiremez hale gelmiş ve tutucu bir şekilde statükoyu mutlaklaştırmıştır. Bu durum demokrasinin işlemesi açısından çok ciddi tehditler içermektedir. Çünkü demokrasi, eşitlik ve adalet fikrinden hareketle, var olan sistemin çeşitli mağduriyetleri ve adaletsizlikleri giderecek şekilde yeniden yapılandırılmasını gerektirir. Yargının yoksun olduğu bu yeniden yapılandırma kabiliyeti siyasete/parlamentoya aittir. Yargı bağımsızlığı, devlet düzeninin ve ‘üstünlerin hukukunun’ korunup kollanması için değil, hukukun üstünlüğü prensibinin hayata geçirilmesinin bir aracıdır. Hukukun üstünlüğü de, bireysel özgürlüklerin ve vatandaş olabilme yeterliliğinin baş koşuludur. Demokrasinin olmazsa olmazıdır. Temel hak ve hürriyetlerin en geniş ölçüler içinde kabulünü ve gerçekleştirilmesini ifade etmektedir Bugünlerde “Yargının” oylanacak değişiklikle (HSYK’da yapılan düzenlemeler, askerlere sivil yargı yolunun açan düzenlemeler, Yüksek Askeri Şuranın (YAŞ) her türlü ilişik kesme kararlarına karşı yargı yolu açılmasıyla alakalı düzenlemeler, Anayasa Mahkemesi yeniden yapılandıran düzenlemeler) özellikle yürütme tarafından etki altına alınmaya çalışılması ve ‘yargının siyasallaşması’ ve ‘devlet çatısının çökmesi’ ihtimali üzerinde tartışmalar yoğunlaşmış durumda… HAYIR bloğunda yer alanların bu iddialarına ve endişelerine katılmıyoruz. Değişiklik önerisi öncesinde HSYK’nın 7 kişilik yönetim kurulunda Yürütme 2 kişiye sahipti. Önerilen değişiklikle 22 kişiyle genişleyecek, HSYK yönetiminde de Yürütmenin etkisi yine sadece 2 kişiyle sınırlı olacak. Cumhurbaşkanı’nın seçeceği 4 kişiyi bahane etmek ise gereksiz bir şüpheden öte bir şey değildir. HSYK’nın yapısını birinci sınıf hâkimler ve savcılar arasında yapılacak olan ve toplam 10 üyenin sandıktan çıkacağı seçim belirleyici kılacak. Görünen o ki yargının yürütmenin denetimi altına geçeceğine inananlar birinci sınıf savcı ve yargıçların seçeceği 10 kişiden yani bu kişileri seçecek olan da yargı üyelerinin tercihlerinden endişe ediyorlar! BBP; HSYK’nın militarist bir inisiyatifle hareket ettiği ve âdeta YAŞ’ın yargı versiyonu/sürümü gibi çalıştığını, bizzat yargı mensuplarının bu duruştan kaynaklanan şikayetlerini ve mağduriyetlerini sık sık gündeme getirmiştir. HSYK konumu ve uygulamaları itibari ile hâkimlik ve savcılık mesleğinin kalıplaşmasına, yargı mensupları ile kurul arasında temsil bağının kalkmasına, sorumlulukların ifa edilmesine ve şeffaflığının ortadan kalkmasına dair ciddi eleştiriler ve şikayetler almıştır. Türkiye’nin “dokunulmayan imtiyazlı yargıçlar sınıfı” gibi algılanan HSYK, adeta kendi kudreti dışında kimseyi tanımıyor. Onları kimse azledemiyor. Toplam 7 üyeden 4’ünün verdiği karar, 10 bin 500 kişinin hayatını etkiliyor. Hâkim ve savcıların vatandaştan daha güvencesiz olduğunun, uygulamaları haklarındaki davaların zaman aşımına dahi uğramadığının, haklarında verilen kararlar aleyhine hiçbir yere müracaat edilemediğinin örneklerini ve hukukun siyasallaşmasına yol açtığını kimse görmek istemiyor mu? Hafızalar kurcalanırsa çok iyi hatırlanacaktır, batık banka davalarına ( Etibank-Dinç Bilgin, Yurtbank-Ali Avni Balkaner İmar Bankası ve Adabank- Bahattin Uzan) bakan mahkemenin başkanı HSYK kararı ile görevden alındığını unutmayalım… Kenan Evren hakkında iddianame hazırladıktan sonra meslekten ihraç edilen eski Savcı Sacit Kayasu’nun, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ı suçlayan Van Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın mağduriyetlerini unutmamalıyız… YÖK’ün kılık kıyafetlerle ilgili genelgelerini, eğitim özgürlüğüne aykırı bulduğu doğrultusunda kararlara imza attığı için ve özel hayatında dini pratiklerini yaşamalarından ötürü birçok hâkim ve savcı hakkında soruşturma açıldığını ve onların sürgün edildiğini unutmamalıyız… Anayasa’nın 9. maddesinde belirtildiği üzere yargı yetkisi, egemenlik hakkının doğal bir sonucu ve özel bir tezahür şeklidir. Hâkimler bu yetkiyi egemenliğin sahibi olan millet adına kullanıyorlar. Bu sebeple yargı yetkisinin kendisine meşruiyet kazandırabilmesi için doğrudan ya da dolaylı olarak millî iradeden kaynaklanması gerekiyor. Bugüne kadar gelen bütün hükümetler, kurulun yapısından ve meşruiyetinden şikâyet etti; ama kimse bir şey yapmadı. BBP önümüzdeki referandumda sivil bir anayasa ile bu yapının değiştirilmesini ve siyasal bir kurum olmaktan çıkarılması ile alakalı oylanacak olan Anayasa'nın, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) yapısını düzenleyen 159. maddesindeki değişikliğe, bu nedenlerle destek verecektir… Geçici 15.maddenin kaldırılması ile alakalı cuntacılardan yargı önünde hesap sorulması konusunda “atı alanın Üsküdar’ı geçtiği” ile alakalı tespitlerde hem fikiriz. Bu maddenin zamana aşımına uğramasıyla alakalı, YSK’nın bilinçli olarak 12 Eylül 2010 tarihini referandum günü olarak ilan etmesinin tesadüf olmadığını da kurum olarak ilk Büyük Birlik Partisi dillendirmiştir. BBP Genel Başkanı Sayın Yalçın Topçu YSK’nın referandum tarihini açıkladığı gün (13 Mayıs 2010) “Referandumun yapılacağı 12 Eylül günü hem halkın cunta anayasasını ret için sandığa gittiği, darbecilerin yargılanmasının önünün açıldığı bir gün, hem de 30 yılın dolduğu gün olması nedeniyle darbecilerin yargılanma yolunun kapandığı gün olacaktır.” diye beyanat vermiş, sorumlu muhalefet yapmanın gereği kamuoyunu bilgilendirmiştir. Lakin darbecilere ve darbe mahsulü kurumlara karşı cezai, mali, medeni hukuk bağlamında kovuşturmaya yol açılmıyor ama bu maddenin varlığı bile başlı başına “ayıptır”. Referanduma giderken Anayasa değişikliği ile alakalı tartışmaların ‘sağda’ ve ‘solda’ buraya kilitlenmesini ve bununla alakalı istismarları etik bulmuyoruz… Zamanında iktidar ya da iktidar ortağı olup meclis çatısı altında anayasa değişikliğine el attıkları vakit, geçici 15. maddenin yürürlükten kaldırılmasının yanına yaklaşamayanları da samimi bulmuyoruz. (2001'de değişikliklerinde geçici 15. maddenin 3. fıkrası kaldırılmıştır ancak, 1. ve 2. fıkrası yürürlükte durmaya devam etmiştir) Sadece ve sadece bu maddenin varlığı ile bile malul olan 1982 Anayasasından bu “ayıp” maddenin kaldırılması bile mühim bir aşama olacaktır. Hülasa… Türkiye’deki tüm siyasi partiler programlarında mevcut anayasanın değiştirilmesi konusunda taahhütler ortaya koymuş, normal standartlara ulaşmanın özlemini duymuştur. Bu özlemi içinde sürekli yaşatıp büyüten partilerden biride Büyük Birlik Partisi’dir. Referandumda oylanacak Anayasa değişikliği paketi esas ve usul bakımından yeterli değildir. BBP olarak ancak bu kadarı bile Türkiye için tarihsel bir dönemeç sayılabilir. Ancak radikal değişim ve dönüşümler tez gerçekleşmiyor. Bu açıdan bakıldığında 2010 koşullarının post-modern dünyası ve kozmopolit ikliminde Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Türk halkına yakışan toplumsal değişimin bir gereği olarak ve yine toplumun tüm kesimlerini kucaklayacak, sosyal adalet ve eşitlik prensiplerini içeren sivil bir Anayasanın yapılabilmesidir. İşte Büyük Birlik Partisi kurulduğu günden beri bütün samimiyeti ile bu esasın peşinde koşmaktadır… Büyük Birlik Partisi köklerinden kopmuş, türedi ulusalcılık tesirinden kopamamış, olgunluktan noksan, naif bir hamaset milliyetçiliği donanmış “devlet milliyetçiliği”nden uzak, “millet milliyetçiliği”ne daha yakın durmaktadır… Bugün “HAYIR” Bloğundaki siyasal organizasyonların sergilediği etatist tavırla arasına koyduğu mesafeyi korumaya kararlıdır. Büyük Birlik Partisi bir özelliği muhafazakârlık ise diğer bir özelliği de “demokratlık”, yani “devlet iradesi” karşısında asıl “millî irade”nin çekirdeğini oluşturuyor olmasıdır. BBP, “millî irade”ye ‘Diğerleri’nden daha yakın ve “devlet iradesi”ne ise ‘Diğerleri’nden daha uzaktır. Siyasi erkin kaynağı konusunda Halk’a fazla güven duymayan O’nu terbiye ve yol getirme ve lüzum görülen hâllerde zor kullanarak dönüştürme konusunda kendisinde hak gören her anlayışa karşıdır. Karşı olduğumuz bu anlayışla hazırlanmış bir devlet-millet sözleşmesinde “eksiği ve gediği” olsa dahi Büyük Birlik Partisi ‘öküz altında buzağı aramayacak’ referandumda oylanacak anayasa değişiklik paketine EVET diyecektir… Büyük Birlik Partisi olarak, “insan merkezli” siyaset yapıyoruz. Anlayışımıza göre “siyaset insan içindir”. Siyasetin var oluş nedeni de insandır. Vatandaşın ihtiyaç ve isteklerinin karşılanmasını hedefleyen bir vizyon kapsamında bu ülkede yaşayan insanların “her şeyin en iyisini hak ettiğine” inanıyoruz. Biz geleneksel ideolojilere hapsolmak yerine her türlü mağduriyet alanı için uzlaştırıcı ve ikna edici çözümler üretmeye gayret eden bir siyasi partiyiz. Halka hizmet etmenin en önemli aracı olan siyaset, Büyük Birlik Partisi için kesinlikle bir “meslek algısı” değildir. Muhalif bir düzlemde siyaset yapmamıza rağmen “tek düze” ve “her şeye karşı olan” değil, doğru olanı da destekleyen bir siyasal partiyiz. Bu bağlamda “demokrat” olduklarını iddia edip “sistemi savunmak” için başka bir yol bulamayanların ve komplo teorilerinin gerçekliğine kendilerini inandırmaktan başka bir çare göremeyip, anayasa değişikliğine karşı çıkanların “hükümet” mazeretine ve yasamanın ve yürütmenin bundan sonraki etkinliği ile alakalı dezenformasyonlara ve paranoyalara aldırmıyoruz… Devlet’in Tüzel kişiliğini, varlığını koruma ve geleceğini temin hususunda, kısacası Devlet’e hizmet etme hususu her namuslu vatandaşın üzerinde kaçınılmaz bir borcudur. Ama Devlet Erki’ni elinde tutan ve ekseriyetle de kendisini Millete karşı “hesap verme” noktasında sorumlu hissetmeyen ve milleti kendisine karşı itaate mecbur kılan, bütün toplumsal değişim ve dönüşümlerde ağırlığını hissettiren jakoben ve etatist tavra karşıyız. Tepeden inmeci etatist tavırla Milletin yolları 12 Eylül 2010’da bir daha kesişecektir. Kuruluşunun temelinde 12 Eylül 1980 askeri darbesinin mantığına mağduriyetlerine tepki yatan ve sivil inisiyatifi bayraklaştıran Büyük Birlik Partisi, Milletine yaslanarak iktidarın asıl kaynağı ve gücü olarak milletinin hak ve özgürlüklerinin savunucusu olmaya devam edecek, referandumda ‘ülkenin mukadderatına sahip çıkmak’ adına EVET diyecektir. Müzakere ve uzlaşma çabaları, çatışmaların engellenmesi için önemli bir araçtır. Referandum bu geçiş ve uzlaşmaların bir mimarisidir. Önümüzdeki referandum Alman siyaset bilimci Carl Schmitt’in ifade ettiği gibi “sınırsız çatışmalarımızı zamansız öteleyecek mi?” Önümüzdeki referandumdan sonra bu vesayetçi bürokratik devletin etkinliğini sınırlayabilecek miyiz? Temel hak ve özgürlükler adına referandumla elde edilen sosyolojik meşruiyeti milletçe cebimize koymak istiyoruz. Ahmet Türk BBP Genel Sekreter Yardımcısı
 
  Bugün 4 ziyaretçi (8 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol